1. Anasayfa
  2. Dua Nedir?

İslamda Dua

İslamda Dua
0

islamda dua nedir

İslamda Dua hakkında geniş bilgi

Duâ” sözlükte, seslenmek, çağırmak, istemek, yardım talep etmek gibi anlamla­ra gelir. Dinî bir terim olarak dua, insanın Allah’ın yüceliği karşısında acizliğinin bilin­cine varıp, sevgi ve hürmetle Allah’tan lütuf ve yardım dilemesi, Allah’a yakarıp, İstek ve ihtiyaçlarını arz ederek O’nun İh­sanını istemesi demektir. Mutasavvıflara göre dua, Allah’a hamd etmek, O’na övgü­de bulunmak, O’nun yücelik, kudret, ilim ve rahmetini dile getirmek, hâlini, aczini Allah’a arz etmesidir.

Dua insan fıtratının ortaya koyduğu bir olgu ve insanın tabiî bir ihtiyacıdır[28]. Üstün varlık inancına sahip olan her insan zaman zaman ve özellikle darda kaldığında inandığı yüce varlığa sığınmak, ondan yardım dilemek ihtiyacı duyar. Nitekim Kufân-ı Kerîm’de, insanın bu fıtrî özelliğine birçok âyette işaret edil­miştir (msl. Yunus 10/12, 22; el-Ankebût 29/65; er-Rûm 30/33; Lokman 31/32).

Kur’an’da iki yüz kadar âyet dua ile ilgili­dir. Kur’ân’ın ilk sûresi Fatiha bizzat Cenab-ı Allah’ın kullarına öğrettiği bir dua özelliği taşır. Bu sûre-i celilede Yüce Allah kulun nasıl dua etmesi gerektiğini de gös­termiş olmaktadır. Buna göre, duada Önce Allah’a hamd edip, O’nu övgüyle anmak gerekir; sonra Allah’tan bağışlanma, mağ­firet gibi manevî isteklerde bulunma, sonra dünyevî nimetler için dilekte bulunma gelmelidir. Fâtiha’da bir insan için nimetle­rin en önemlisi olan, hidayete erdirmesi, sapmış insanların yolundan uzak bulun­durması için Yüce Allah’a yalvarılması ge­rektiği de vurgulanır.

Hz. Peygamber’in bir hadisine göre dua, ibadetin özüdür. Aslında, namaz (salât) da dua anlamına gelmektedir. Dua, sözlükte çağırma anlamına gelmekle birlikte onda daima bir tazim, tazimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Namaz da tazimin en üst noktasıdır. Hz. Peygamber’in bildir­diğine göre secde kulun Allah’a en yakın olduğu zamandır. Dua, kulun hiçliğini, yoksulluğunu ve Allah’ın yardımına olan ihtiyacını hissetmesidir. Secde bunun en açık biçimde gerçekleştiği andır. Secdede ve ibadetlerin diğer rükünlerinde söylenen ifadeler de açıkça değilse bile zımnen bir mükâfat ve sevap temennisi içermesi se­bebiyle dua sayılmışlardır.

Dua, kulluğun temel unsurudur, insanın Allah’a yönelmesidir. İnsan, içinde bulun­duğu zor durumdan kurtulmak, bir kötülü­ğe maruz kalmamak, bir nimete ulaşmak için, Allah’ı anıp, aczini, günahlarını itiraf ederek O’ndan yardım ister. Bu isteği onu, işlediği günah ve kusurlar nedeniyle piş­manlığa, tevbeye, kalbini temizlemeye, kavuştuğu nimet dolayısıyla onun şükrünü edâ etme isteğine götürür. Bütün bunlar kulu Allah’a yaklaştırır. Dua insanın, evreni yaratan, eserleri yüce kudretinin ifadesi olan, bütün güzelliklerin kaynağı Rabbine duyduğu hayranlığın bir ifadesidir. Bu ba­kımdan O’nun emirlerini yerine getiren, tabiatı araştırıp, O’nun yüce kudretini yaki-nen gören kimsenin mutlak hakikatle te­ması da bir nevi duadır. Çünkü tabiatı araş­tıran bir kimse Allah’ın âyetlerini (kudreti­nin delillerini) görüp ona dua ve iltica ihti­yacını duyar. Kur’an’da buna işaret edilerek şöyle buyurulur: “Göklerin ve yerin yaratılı­şında, gece ile gündüzün birbiri ardına gelip gidişinde akıl sahipleri için açık delil­ler vardır. Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; sen her türlü eksiklikten mü­nezzehsin. Bizi cehennem azabından koru” (Al-i Imrân 3/190-191).

Dua İnsanı Rabbine yakınlaştırır. Aslında temelinde Allah inancı bulunan dinî hayat anlayışında bütün yaratıkların Allah’a doğ­ru bir yönelişi vardır. Birçok âyette canlı cansız bütün varlıkların Allah’ı teşbih ettiği bildirilir; meselâ bir âyette meâlen şöyle buyurulur: “Yedi gök, yer ve bunlarda bu­lunanlar O’nu teşbih ederler. O’nu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların bu teşbihlerini anlamazsınız” (el-isrâ 17/44). Mevlâna şu beyitle âyetteki bu ince manayı tasvir etmeye çalışmıştır: “Şeyh-i murgân leylekest lek lekeş dânî ki cîst. Hamdü lek, mülkü lek, şükrü lek yâ müsteân”. (Kuşların şeyhi leylektir. Onun “lek lek” diye çıkardığı ses nedir bilir misin? O ses şudur: “Hamdü lek” {hamd sana); “mülkü lek” (mülk senin); “şükrü lek” (şü­kür sana), “yâ müsteân” (ey yardım istene-cekTekVarhk)!

Cenab-ı Hak, insanın asıl görevinin kulluk olduğunu bildirmiştir: “Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye ya­rattım” (ez-zâriyât 51/56). Cenab-ı Hak bu kulluğun insanın sadece sıkıştığı, başı der­de girdiği zaman değil, her zaman hatır­lanmasını ister. Müslümanın şuurunda dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili olması gerekir. Başa gelen sıkıntı için Allah’a dua edilmesi istendiği gibi, müreffeh bir hayat sürerken de Al­lah’ın hatırlanması istenir. Özü dua olan namazın günde beş vakit farz kılınması

İnsan şuurunda Allah inancının devamlılığı­nı sağlamayı hedefler. Dua ve ibadetin ihmalinin kişinin inancına olumsuz etki yapacağı kuşku götürmez. Bu bakımdan Kur’ân’daki “Söyle onlara ki: Duanız olma­sa Rabbİn size ne diye değer versin?” (e|-Furkân 25/77) âyetini İbn Abbas “İmanınız olmasaydı…” şeklinde yorumlamıştır (Buhârî, iman, 1). İslâm dini, ihmal nedeniyle Yarattcı’dan uzaklaşmayı önlemek için dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı tutulmasını istemiş, insana bazı dua ve ibadetleri yerine getirme emri vermiştir. Dua bir zikirdir. Kur’ân ise zikri ibadetlerin en önemlisi sayar, Hz. Peygamber Allah’ı güzel isimleriyle anan kimsenin günahları­nın, deniz köpükleri kadar çok da olsa affe­dileceğini bildirir (Buharı, Daâvât, 65; Ebû Dâvud, Salât, 359).

Cenab-ı Hak kulunun isteğine karşılık vermeye hazır olduğunu bildirir ve her vesileyle kendisine başvurulmasını ister. Nitekim bir âyet-i kerîmede meâlen şöyle buyurulmuştur: “Kullarım sana beni sordu­ğu vakit de ki, ben muhakkak yakınımdır. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inan­sınlar, umulur ki doğru yolu bulurlar” (el-Bakara 2/186}. Bir hatasından dolayı bağış­lanmayı dileyen kulunu Allah affeder. Bir hadis-i şerifte insanların günah işlemeyen kimseler olması halinde Allah’ın onları helak edip, yerlerine günah işleyen ve son­ra tevbe eden kullar yaratacağı bildirilir. Bunun anlamı, kuşkusuz, kulları günaha teşvik değil, günah işlemediği kanaatine kapılan insanların kul olma bilincini yitirmiş olacaklarının ve günahın tevbe vasıtası ile insanı Allah’a yakınlaştırmada üstlendiği rolün vurgulanmasıdır. Allah kulunun ken­dine yalvarmasından, kulluğunu bilmesin­den hoşnut olur. Nitekim bir hadis-i şerifte kulun günahından dolayı kendisine yal­varmasından Allah’ın ne kadar hoşnut olduğu, üzerinde su ve yiyeceği bulunan devesini çölde kaybedip sonra onu bulan kimsenin sevincinden temsil getirilerek anlatılmıştır (Müslim, Tevbe, 2).

İnsanı Allah Teâlâ’ya dua etmekten, O’ndan istemekten hiçbir günah alıkoy-mamalıdır. Allah şeytanın dahi duasını kabul etmiştir; nitekim şeytan cennetten kovulduğu zaman, Allah’tan insanların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet istemiş ve kendisine bu mühlet verilmiştir.

Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre dua eden bir kimsenin duası şu üç şekilden biri ile karşılanır:

1- Ya dua ettiği şey dünyada hemen veri­lir.

2- Ya duasının karşılığında verilecek mü­kâfat ahirete saklanır.

3- Veya üzerinden, istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.

Dua insana zihin duruluğu, moral güç, sağduyu ve feraset kazandırır, ruh sağlığını olumlu yönde etkiler. Dua bir anlamda teslimiyet olduğundan samimiyetle dua eden kul gerçek anlamıyla Allah’a tevekkül eder. Karşılaştığı herhangi bir problemi Allah’tan aldığı cesaret ve güçle daha kolay çözüme kavuşturur.

Bir kudsi hadisde bildirildiğine göre dua ve ibadetle meydana gelen yakınlaşma, Allah’ın sevgisine, bu sevgide kulun sağdu­yulu bir kişi olmasına ve duyarlı bir vicdana sahip olmasına yol açar (Buhârî, Rikâk, 38). Hz. Peygamber’in bir duasından, duanın işle­nen hata ve günahların insan vicdanında bıraktığı izleri giderici, onu berrak bir hale getirici olduğu anlaşılmaktadır. O şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Hatalarımı kar ve dolu suyuyla temizle; beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi günahlardan arın­dır (İbnMâce, Dua, 3).

Hz. Peygamber dualarında genel olarak uhrevi mutluluk, kalp huzuru gibi daha çok manevî şeyler istemiştir. Ancak onun da en çok yaptığı dualardan biri Kur’ân’ın bize Öğrettiği “Allah’ım! Bize dünyada da, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem aza­bından koru” (el-Bakara 2/201; en-Nahl 16/122) duasıdır. Bu dua, gerek dünyada gerekse ahirette istenmesi uygun olan her türlü iyiliği kapsayacak niteliktedir. Hz. Ayşe’nin bildirdiğine göre Rasûlullah’ın duaları kısa, özlü ve kapsamlı idi (Ebû Dâvud, Salât, 358). O, çoğunlukla, kötü huy ve davranışlardan, manevî belâlardan, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, faydasız ilimden Al­lah’a sığınmıştır.

Duanın belli bir zamanı yoktur. Bununla beraber, bazı anlarda yapılan duaların kabul olacağı rivayet edilmiştir. Seher vaktinde, ezanla kamet arasında, yağmur yağarken, müslümanla düşman orduları savaşırken, oruçlu iken yapılan duaların; anne-babanın, âdil devlet başkanının dua­larının kabul edileceğine dair rivayetler vardır. Bir hadis-i şerifte mazlumun beddu­asından kaçınılması, onunla Allah arasında perde olmadığı belirtilir. Bu rivayetler dua­nın kabulü için dinî şuurun yoğunlaşıp bir noktada toplanmasının, en azından kalbin uyanık olmasının şart olduğunu göster­mektedir. Hz. Peygamber bir hadislerinde Allah’ın gafil bir kalbin (böyle kalbe sahip kişinin) duasını kabul etmeyeceğini bildir­mektedir {et-Tirmizî, Daâvât, 66).

“Her şey insanın kaderinde yazılı olduğu­na göre duanın ne yararı var?” şeklinde bir karşı çıkış İslâm’ın özüne aykırıdır. İslâm alimleri kadere dayanarak duayı reddet­mek yerine onu da takdirin bir parçası saymayı daha makul görmüşlerdir. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua sayesinde meydana gelir. Kaderin olaylara göre önceliği varsa Allah’ın da kaza ve kadere önceliği vardır. Bunun ter­sine bir düşünce Allah’ı kaza ve kadere mahkûm farz etmek sonucunu doğurur[30]. Zaten dua ile amaç -hâşâ- Allah’a bilmediği bir şeyi hatırlatmak değil, insanın kulluğunu ifade etmesi, ihtiyacını O’na arz etmesidir. İmâm Gazali yukarıdaki soruya Özetle şöyle ce­vap vermektedir: “Olaylar önceden sebep-sonuç ilişkisiyle birbirlerine bağlanmıştır. Sebeplerin sonuçlan doğurması zaman içinde meydana gelir. İyilik ve kötülüğü takdir eden, bunlar için bir sebep de takdir etmiştir. Dua, kötülüğün giderilmesi veya iyiliğin sağlanması için bir sebeptir. Duanın bir faydası da kalpte Allah inancının kök­leşmesini sağlamaktır ki bu da ibadetin hedefidir.”

Duanın belirli bir âdaba göre yapılması gerekir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Cenab-ı Allah, kendisini anan kişinin huşu içinde olmasını ister. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle Duyurulmuştur: “Rabbİni, içinden, yalvararak ve ondan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an. Gafillerden olma” (el-A’râf 7/205).

Dua yapılırken Allah Teâlâ’ya hamd ve ta’zim sözleri ile başlanmalı, sonra Rasûlullah ile ailesi ve ashabı salât ve selâm ile anılmalı, sonra istek ve dilek ifadelerine geçilmelidir. Duanın sonunda “âmîn” den­mesi hadis-i şeriflerde teşvik edilmiştir[31]. Duada istenilen şeyler günah kapsamındaki fiiller türünden ol­mamalıdır. Yine “Allah benim duamı kabul etmez” gibi bir duyguya asla kapılınmamalıdır. Allah, kulunun kulluk bilinci içinde ve âdabına uygun olarak yap­tığı duasını mutlaka kabul eder. Ancak, insanlar -küçük çocukların büyüklerinden yararlarına olmayacak bazı şeyleri isteme­leri gibi- istedikleri şekilde gerçekleşmesi aleyhlerine olacak dualarda da bulunabilir­ler. Cenab-ı Hak, böyle bir duayı kulu lehi­ne olacak şekilde kabul eder ve kul bunun farkına varmayabilir.

Dua, yalnız Allah’a yapılmalı, araya bir vasıta sokulmamalıdır. Dua konusuna ışık tutan Fatiha sûresinde “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz” buyurularak bu hususun önemine dikkat çekilmiştir. Yalvarılanın, istekte bulunula­nın yalnız Allah Teâlâ olduğu anlamını ihlâl eden, bu konuda başkasının Cenab-ı Hakk’a ortak kılındığını gösteren dua, şirk kapsamına girer[32]. Ancak, konuyla ilgili delilleri dikkate alan İslâm bilginleri bazı söz ve davranışları araya katarak dua­ya kuvvet kazandırılmasını caiz görmüşler­dir.

Dua, gönülden, gizlice huşu ve ihlâsla yapılmalı, bu sırada bağırıp çağırma, göste­riş ve riyadan uzak bulunulmalıdır. Dua ederken kıbleye yönelmek, elleri açmak, mübarek yer ve zamanlarda yapmak dua­nın kabulü için vesilelerdir. Çünkü, böyle hâl, yer ve zamanların kişinin üzerinde bıraktığı etki diğerlerinden daha fazladır. Bir nevi dua olan namazın ise, bazı hikmetlere binaen belirli vakitlerde, belirli şekiller içinde yapılması emredilmiştir.[34]

İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğunca, genel olarak duanın fıkhî hükmünün müstehap olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte belirli ibadetler bakımından duanın özel hükümleri söz konusu olabilmektedir. Meselâ, namazda Fatiha sûresinin içerdiği duanın okunması vaciptir. Yine, bazı fakihlere göre cuma hutbesinde dua vaciptir.

İslâm kültürünün bilgi kaynaklarında ve özellikle hadis eserlerinde Hz. Peygam-ber’in dualarından pek çok örnekler bu­lunmaktadır. Bunların birçoğu, değişik vesilelerle (beş vakit namaz sırasında ve sonrasında, oruçlu iken, kadir gecesinde, hac ibadetini ifa ederken, yolculuğa çıkar­ken, vb. zaman yahut durumlarda) okun­ması dinen teşvik edilmiş dualardır. Ayrıca, sabah-akşam ve sıkıntılı durumlarda oku­nacak duaları derleyen, Nevevî’nin “Kitâbu’l-ezkâr”ı, Nesâî’nin “Amelü’l-yevm */e’l-ley!e”si gibi özel kitaplar da kaleme alınmıştır.

BENZER KONULAR:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir