1. Anasayfa
  2. Muhtelif Dualar

Dua çeşitleri

Dua çeşitleri
0

Dua çeşitleri ve örnekleri

Dua yalnız lisan ve sözle değil kalple, fiille ve hâlle de yapılır. Kişi yalnızca kelime ve sözlerle Allah’a yönelmez. Akıl, kalp, hal ve hareketleriyle O’na yaklaşır veya O’ndan uzaklaşır. Fikirde başlayan dua, kalpte fırtınalar kopararak dile ve amele yansır. Ellerini semâya kaldıran kul, boynu bükük bir şekilde huzur-u ilâhîye’ye çıkar, hâli pürmelâli kalbinden diline yansıyan kelimelerle semâya yükselir. Duasının kabul edilmesi için gözyaşı döken kul, duasının kabulü için bütün dua çeşitlerini en güzel bir şekilde yerine getirir.

FİKRİ DUA

Herhangi bir iş yapmaya karar veren insan, ne kadar acele ederse etsin, ona başlamadan önce fikri bir süreçten geçer. Bu içe doğru yapılan bir yolculuktur. Niyetin şekillendiği bu seyahat onu Rabbinin rızasına yönelteceği gibi başka taraflara da çevirebilir. Söz ya akıl ve kalbin tercümanı veya kötü niyetlerin aleti olur. Hangisini seçerse seçsin, aklın aktif olduğu bir süreç yaşanır. Fikrî duaya işaret eden Allah Resûlü (sas):

“Bir işe başlamak istediğiniz zaman âkıbetini iyice tefekkür edin. Hayır ve sevabı mücib ise devam edin, şerr ve ikâbı mücib ise ondan sakınıp uzak durun!”) buyurur.

Kişinin yaşam tarzı, hayata bakışı, dini anlayışı, duygu ları, maddi manevî hâli ve bilgi birikimi… Fikir ve niyetinin oluşmasında önemli rol oynar. Bütün bunlar onun isteklerini şekillendirip yönünü belirler. Olayı zihinde resmeden kişi onu yıldırım hızıyla gündemine alır. Bakışı, anlayışı ve birikimiyle harmanlar, üzerinde düşünmeye başlar. Çeşitli aşamaları kat ettikten sonra bir kanaata varır. Ortaya çıkan fikir, kalbe akıp istek ve arzuya dönüşür. Durmak bilmeyen istek ve arzular ki şiyi onları gerçekleştirmek üzere harekete geçirir.

Kişi, kendine fazlaca güvenen, nefsi bulutlar üzerinde uçan, mânâ dünyasından kopmuş biriyse Rahman’a yönel meyi unutur. Dahası bunu aklına dahi getirmez. İsteklerini kendi imkânları ile yerine getirmeye çalışır. Böyle biri, Allah dilemezse nefes bile alamayacağından gafildir. İsteklerine kavuştuğunda şımardıkça şımarır. Rabbinden uzaklaşarak -hâşâ- “Küçük dağları ben yarattım!” diyecek hâle gelir. Kay bedenlerden olduğu hâlde hep kazandığını sanır. Gerçeği anladığında her şey için geç kalmış olabilir.

İnsan elbette sebeplere başvuracaktır. Bu bizzat Allah’ın emri ve koyduğu kanun-u ilâhîdir.

Ama nasıl? Sebebi yaratan Allah’tan isteyerek O’nun vasi tası ile mi? Yoksa -hâşâ- Allah yokmuş da bütün güç ve kudret kendisinde ya da kapısını aşındırdığı kişilerdeymiş gibi mi?

İnsanları sık sık uyaran Allah (c.c.) böylelerini şu şekilde tasvir eder:

“… Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’nu bırakıp da taptıklarınız ise ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile mâlik olamazlar. Onlara dua etseniz duanızı işitmezler. İşitseler bile size cevap veremezler…

KALBİ DUA

Kalbi dua, bir olay ve durumun fikir süzgecinden geçtik ten sonra kalpte arzu ve istek hâline gelmesidir. Kalpte heye can içinde cevelan eden bu istekler, tıpkı dille yapılan yakarış gibi dua olarak Allah’a ulaşır. Bunun için dini hassasiyetleri fazla olan Müslümanlar kalplerinden geçen isteklerine önem verirler. Kalplerinden geçen olumsuz duygu ve düşüncelerin beddua olarak aleyhlerine dönüşmemesine dikkat ederler.

Kalbi dua, ihlâs, teslimiyet, ümit, ümitsizlik, gazap, şehvet gibi duygularla yakından ilgilidir.

Duanın hedefe ulaşıp rahmet yağmuru olarak geri dönmesi için kulluk bilincine sahip bir kalpten sessiz yakarışlar şeklinde Arş’a yükselmelidir. Yoksa kişi kendisini felakete sürükleyen şeyler isterde bundan haberi bile olmaz. “İnsan hay ri istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir!” Ayeti bu durumu açıkça bildirir.

FİİLİ DUA

Kişi yalnızca kalbi ve sözleri ile değil, yaşadığı ve yaptığı her hareketi ile iyilik veya kötülük ister. Yaptığı işler hayatının bir safhasında mutlaka karşısına çıkar.

Fiili dua, kişinin Allah’ın her koyduğu ilâhi kanunlara uymasıdır. “… Ona (muhtaç olduğu) her şey için bir sebep (bir vasıta ve yol) verdik. O da bir yola tutup gitti. ayeti doğrultusunda sebeplere tevessül etmesidir.

Kişi hastalandığı zaman Allah’ın emri gereği önce konusunda uzman bir doktor araştırır. Bulunca tedavi için başvurur.
Tavsiyeler doğrultusunda hareket eder. Bu fiili duadır. Şüphe siz bunu yaparken sözlü ve kalbi duayı terk etmez. Bir taraftan hastalığının çaresini ararken bir taraftan da Allah’a yönelir şifa vermesi için bütün içtenliğiyle şifayı yaratacak olan Rabbine yalvarır. Şifa bulunca Allah’a yönelir. Kendisini iyileştirdiği ve doktor, ilaç, hastane gibi vesileleri yaratığı için Rabbine şükre der. Kul şükredince Allah (c.c.) sağlığını artırır.

Şifa bulamazsa öncelikle fiilî duada, yani araştırma ve di ğer sebeplere uyma konusunda yanlış yapmış olabileceğini düşünür. Yaptığı şeyleri yeniden gözden geçirir. Maddi ma nevî eksikliklerini tespit eder ve gereğini yapar. Hâlâ iyileşmiyorsa Allah’ın kendisini bu şekilde imtihan ettiğini düşünür. Çare aramayı ve sözlü duayı bırakmadan, Allah’ın “sabır” emrine sıkı sıkıya sarılarak Rabbine teslim olur. Hükmüne rıza göstererek sonucu bekler.

Allah Teâlâ “Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti muhsin olanlara / işlerini en güzel yapanlara çok yakındır.”(s) buyurmaktadır. İnsan, elinden gelen bütün gayreti gösterdikten sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir. Kur’an-ı Kerîm de uzun yıllar hastalık çeken Eyyûb (as) hastalığından ve sıkıntısının gideril mesi için yaptığı dua, Allah’ın iyileşmesi için ona gösterdiği çözümden bahsedilmektedir. “Ayağını yere vur! İşte yıkana cak ve içilecek soğuk bir su (dedik).” buyrulmaktadır.

Hz. Eyyûb (as) hem sözlü hem de fiili duasını yapmış ve hastalıklarından iyileşmiştir. Peygamber Efendimiz Bedir Savaşı’nda gerekli bütün askeri tedbirleri aldıktan sonra yârdim etmesi için Allah’a dua etmiş, Allah (c.c.) da duasını kabul etmiştir.
buyurarak bin melekle yardım etmiştir. Hendek Savaşı’nda ise sadece sözlü olarak Allah’tan yardım istemekle kalmamış şehrin etrafına hendek kazdırarak duasını fiili olarak da yapmıştır.

“İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.”

Ayetinde insanların çalışmaları ile alacakları sonuç arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş ve bu çalışmanın fiilî bir dua manasına geldiğine işaret edilmiştir. İnsanın günahları terk edip bir daha dönmemesi ve salih ameller işlemesi, fiili duadır. Mü’minin, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması da fiili duadır. Sadece söz lü dua ile yetinmek, fiili duayı terk etmek insanı istediğine kavuşturmaz.

Müslüman Peygamber Efendimizin “Allah’ın fazlından isteyin! Allah kendinden istenmesini sever. İbadetin en faziletlisi kişinin duasının kabul edilmesini beklemesidir.” hadisini unut mamalıdır. Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu, çektiği her sıkıntıdan dolayı kendisine ecir verdiğini ve hatalarını affettiğini bilmelidir. Duyduğu ızdırabın karşılığını ahirette mükafaat olarak kat kat göreceğini düşünerek huzur bulmalı, elinden gelen gayreti göstererek sabır, şükür ve zikre devam etmelidir.

SÖZLÜ DUA

Su İnsanı her zaman mutlu ve huzur içinde görmek isteyen Allah ve Resûlü, onu her vesile ile dünya ve ahiret saadetini istemeye teşvik etmişlerdir.

Bir gün bitkin ve zayıf düşmüş bir sahabisi ile karşılaşan Allah Resûlü (sas) ona:
Allah’a dua ettin mi? Ondan bir şey istedin mi, diye sorar. Sahabi:

– Evet! “Ey Allah’ım! Eğer burada kalmaktan dolayı ahi rette bana azap dua ettim, der. edeceksen beni dünyadan bir an önce al, diye Allah Resûlü (sas) sahabiye bu şekilde dua etmesinin doğru olmadığını bildirir. Sonra da:

– Sübhanallah! Buna güç yetiremezsin. Şu şekilde dua et: “Ey Allah’ım! Dünyada ve ahirette bana güzellikler ihsan et! Beni cehennem azabından koru!” buyurur.

Sahabi Allah Resûlü’nün (sas) dediği şekilde dua edince şifa bulur.

“Allah’tan af ve afiyet dileyin! Zira hiç kimseye yakînden sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir.” buyuran Allah Resûlü (sas) sağlık ve huzur içinde olmanın ne kadar önemli bir nimet olduğunu bildirmekle kalmaz, bunda ısrar ederdi.

Bir gün bir adam Allah Resûlü’ne (sas) gelerek:

– Ya Resûlallah! Hangi dua daha hayırlıdır, diye sordu. – Dünya ve ahirette afiyet ve selamet dile, buyurdu. Saha bi ertesi gün bir daha geldi:

Ya Resulallah! Hangi dua daha hayırlıdır, diye sordu. Aynı tavsiyede bulundu. Sahabi üçüncü gün yeniden gelerek sorusunu tekrarladı. Allah Resûlü (sas):

– Sana dünyada afiyet verilir, sonra ahirette de verilirse kesinlikle kurtulursun, buyurdu.
İnsan çoğu zaman inanılmaz istekleri ve korkuları arasına sıkışıp kalır. Bitip tükenmek bilmeyen arzulara sahip olan in san, ömrü boyunca bunların peşinden koşup durur. Elde etti ğinde nankörlük edip kendisine bunu vereni görmezden gelir. İsteklerine ulaşamadığında ise büyük bir huzursuzluğa kapılır, hayatı kendine zindan eder.

İnsanın istekleri kadar korkuları da vardır. Herhangi bir zamanda herhangi bir caddede yürürken bile aklına gelme yecek kadar fazla tehlikelerle karşı karşıya kalan insan, başını yastığa koyduğunda bile korkularından kurtulamaz. Hayatı yanlışlarla dolu olduğu için sürekli kaygılanır, yaptığı sayısız hatadan dolayı cezalandırılma, işten atılma, sevdiği birinin dostluğunu kaybetme gibi korkular yaşar. Bütün bunlar yet mezmiş gibi peşini hiç bırakmayan geçim ve gelecek endişesi ile baş etmek zorunda kalır.

Tek biri bile hayatı zehir etmeye yetecek olan bunca kor ku ve arzular ile baş başa kalan insan, bütün bunlarla nasıl mü cadele edecek? Güven duygusunu nasıl tatmin edecek? Nasıl huzur bulacak?..

Elbette Rabbinin lütfu ile. Bu lütuflardan biri de şüphesiz onu Rabbi ile muhatap eden, O’nu anmasını, O’nun ile ko nuşup dertleşmesini, hâlini arz etmesini, kendisine dayanıp güvenmesini, huzura kavuşmasını sağlayacak olan duadır. Bu gerçeği bizzat Allah Teâlâ Kur’ân-ı Mübîn’inde şöyle ifade bu yurmaktadır:

“İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
“Namaz kılınca yeryüzüne dağılıp Allah’ın lütfundan isteyin! Allah’ı çok zikredin umulur ki kurtuluşa eresiniz.”

HAL DİLİYLE DUA

Kişinin hâl diliyle dua etmesi çok özeldir. Hâl diliyle dua edildiği sırada manevî haz doruklarına yükselir. Böyle bir hâl de kul, kurbiyet duygusunu tadar. Bedeni iki büklüm, göz pınarları yaşla dolu olsa da kalbi coşku ile bulutlar üzerinde dolaşır. Sabır, tevekkül, rıza makamlarında olabildiğince hızla yol alındığı, kulluk bilincinin zirveye çıktığı, kalbin vuslat neşvesi ile coştuğu o an, kelimelerin anlatmaktan aciz kalacağı duyguları yaşanır. Korku ile ümit arasında gidip gelen kul, eşsiz bir sevgi ile yöneldiği Rabbinin huzurundan kovulma korkusundan kalbi duracak hâle gelir. Korkudan tir tir titrerken sevgi pınarından kana kana içer. Bir yandan acziyet ve ihtiyaç içinde kıvranırken aynı zamanda her şeye kadir olan Rabbinin lütuf ve ihsanını kendisinden esirgemeyeceğinin huzur ve ümidini yaşar.

Müslüman hemen her zaman acziyetinin şuurunda ve Rabbinin büyüklüğünü idrak ile yaşamalı ve her şeyi, kavli, fiili ve hâli isteme çerçevesinde sadece ve sadece O’ndan is temelidir. Rabbine yönelişlerinde her zaman ümit ve beklenti içerisinde olmaya çalışmalıdır. Rabbinin her şeyi bildiğini düşünerek tam bir tevekkül ile kendisine isteklerini vereceğini ümit eder. Hz. Peygamberin kızı Hz. Fâtima’ya sabah akşam söylemesini tavsiye buyurduğu duayı dilinden, gönlünden düşürmez.

“Ey hay ve kayyum olan Allah’ım! Senden rahmetin ile imdad istiyorum. Bütün işlerimi düzelt! Göz açıp yumuncaya kadar bile beni nefsime bırakma!”

BENZER KONULAR:

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir